Bu Blogda Ara

28 Aralık 2011 Çarşamba

LCD – LED ve Plazma TV Arasındaki Farklar Nelerdir?


TELEVİZYON KARŞISINDA OTURMA MESAFELERİ


LCD – LED ve Plazma TV Arasındaki Farklar Nelerdir?

LCD TV’lerin Artıları Nelerdir ( + ) :

1. Renkleri olduğundan daha canlı ve parlak olarak gösterir.

2. 40″ ve daha küçük ekranlar Plazmaya oranlar biraz daha performans gösterirler. Bu nedenle 42″den ufak Plazma Tv üretilmemektedir.

3. Yüksek ışıklı ortamlarda eski tip Plazma Tv’lere oranla daha az yansıma yaparlar.

LCD TV’lerin Eksileri Nelerdir ( – ) :

1. İzleme açıları dardır. En iyi izleme açısı için tam karşıdan bakmak gerekir. Yan açılardan bakıldığında renkler değişir, siyah kısımlar parlama yapar.

2. Gerçek kontras oranları düşüktür. Bu nedenle beyaz ve siyah arasındaki renk geçişleri iyi değildir. Siyah rengi hiçbir zaman tam siyah olarak göstermezler. Kontrastı düşük olduğundan görüntüdeki detayları göstermekte yetersiz kalırlar. Örnek. bir cisme gelen gölgelerin datığımı, bir yüze gelen gölgelerin oluşturulmasında zayıf kalırlar.

3. Hareketli görüntülerde hareket eden kısımda netliğin bozulması (dikkatli bakılırsa anlaşılır).

4. Plazmalara oranla çok daha az renk tonu verirler. Tam insan ten rengini yakalayamaması.

5. Renkler gerçek renklerinden farklıdır. Renkleri olduğundan daha canlı ve parlak gösterir. Bu sayede daha kaliteli bir görüntü veriyor izlenimi yaratır.

6. Yüksek ışıklı ortamlarda ekranın yansıma yapması (siyah filmli ekranlarda).

7. Plazma Tv’lere oranla daha yüksek radyasyon yayarlar. (Kaynak milliyet.com.tr – Gazi Üniversitesi)

8. Ekranda ölü piksel oluşma riski. Ekrana dokunma, darbe, yüksek nem oranı veya ani voltaj dalgalanmalarında ekranda ölü piksellerin oluşma olasılığı vardır. Ölü pikselsel sorunu yaşayanlarla ilgili kaynak: Google Araması

9. LCD Tv’ler, görüntüdeki siyah ve beyaz sahnelerin değişimine bakmaksızın her durumda maksimum güç tüketimi yaparlar.

10. 42″ ve üzeri ekranlarda Plazma Tv’ler LCD ve LED Tv’ye oranla daha iyi görüntü vermektedir.

LED TV’rin Artıları Nelerdir ( + ) :

1. LCD ve Plazma Tv’lere oranla %40′lara varan enerji tasarrufu sağlayabilirler. (Yeni Modeller)

2. LCD TV’lerden daha hafif ve incedirler.

3. Renkler LCD ye oranla biraz daha gelişmiştir. Gerçek insan teni rengine biraz daha yakın görüntü.

4. LCD TV’lere oranla daha uzun kullanım ömrü.

5. Yüksek ışıklı ortamlarda eski nesil Plazma Tv’lere oranla daha az yansıma yaparlar (Yeni nesil Plazma Tv’ler hariç).

6. 40″ ve daha küçük ekranlar Plazmaya oranlar biraz daha performans gösterirler.

LED TV’lerin Eksileri Nelerdir ( – ) :

1. Görüntüyü hızlı oluşturamaması nedeniyle, hareketli görüntülerde hareket edem kısımda görüntü netliğinin bozulması. Örnek olarak; herkesin evinde Notebook vardır (bunların tamamı LCD veya LED ekrandır) içinde yazı olan bir sayfayı mause (fare) ile hafifçe sağa-sola sürüklediğinizde yazıların bulanıklaştığını ve inceldiğini, detayların kaybolduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz. Aynı test resim ve videolar içinde geçerlidir.

2. Gerçek kontras oranının Plazma TV’lere oranla çok daha düşük olması. Siyah ve beyaz arasındaki renk geçişleri iyi değildir. Siyah rengi hiçbir zaman tam siyah renk olarak gösteremez. Kontrastı düşük olduğundan görüntüdeki detayları göstermekte yetersiz kalırlar.

3. İzleme açıları dardır. En iyi izleme açısı için tam karşıdan bakmak gerekir. Yan açılardan bakıldığında renkler değişir, siyah kısımlar parlama yapar, yansıma yapar.

4. Yüksek ışıklı ortamlarda ekranın yansıma yapması (sadece filmli ekranlarda).

5. Renkler gerçek renklerinden farklıdır. Renkleri olduğundan daha canlı renkli ve parlak gösterir.

6. Fiyatının Plazma Tv’lere oranla daha yüksek olması.

7. Plazma Tv’lere oranla daha yüksek radyasyon yayarlar (Kaynak milliyet.com.tr – Gazi Üniversitesi).

8. Ekranda ölü piksel veya led lamba hasarının oluşma riski. Ekrana sert dokunma sonucu ölü piksel oluşabilir. Yüksek nem oranı veya ani voltaj dalgalanmalarında ekranda ölü piksellerin oluşmasına veya led lambalarının yanmasına neden olabilir.

Ölü pikselsel sorunu yaşayanlarla ilgili kaynak: Google Araması

9. LED Tv’ler, görüntüdeki siyah ve beyaz sahnelerin değişimine bakmaksızın her durumda maksimum sabit güç tüketimi yaparlar.

10. 42″ ve üzeri ekranlarda Plazma Tv’ler, LCD ve LED Tv’ye oranla daha iyi görüntü vermektedir.

Plazma Tv’lerin Artıları Nelerdir (+):

1. Sınırsız izleme açısı. Yan açılardan dahi mükemmel netlikte izleme imkanı.

2. LCD ve LED tv’lerde olmayan, gerçek kontras oranı. Sonsuz siyah renkler. Çok detaylı Görüntü. Kontras sadece siyah ve beyazla ilgili değildir. Tüm renklerin oluşumu için çok önemlidir. Örnek cisimleri vuran ışığın cisimlerde tonlar oluşturması gibi…

3. LCD ve LED tv’lerden daha fazla renk. Gerçeğiyle bire bir renkler. Gerçek insan teni rengi.

4. Hareketli sahnelerde anlık resim yenileme ve tepki süresiyle LED ve LCD Tv’lerden 1000+ kat daha hızlıdır.

5. Full HD seçeneği vardır. Full HD de TV’ye çok yakından baktığınızda (1 metreden az) bile mükemmel görüntü verir.

6. 120.000 saat kullanım ömrü. (Günde 10 saat izleneceğini var sayarsak ömrü 33 yıl olurdu)

7. (İncelik arayanlar içindir.) Yeni nesil Plazma Tv’ler yeni çıkan LED Tv’ler kadar ince ve hafiftir. Şu anda en ince Plazma tv 2.47cm ile Panasonic Vierra Z1 modelidir. Panasonic 2011 yılında 8.8mm. ile dünyanın en ince en az elektrik tüketimini yapan modeli piyasaya sunacaktır.

8. Elektrik tüketim ortalaması LED ve LCD Tv’ye oranla biraz daha azdır (yeni modellerde). Bir LCD veya LED Tv’nin Plazma Tv özelliklerinde olduğunu var sayarsak (600 Hz ve 1.500 cd/m2) çok daha fazla elektirik tüketirdi diyebilirdik. Yeni nesil Plazma Tv’ler, LED Tv’lerden daha az elektrik tüketirler. (Ayanı ölçüde ekran, 3D özelli vs. olmak koşuluyla)

Not: Plazma Tv’ler, elektrik tüketimleri değişkendir. Biraz açacak olursak görüntüdeki ışık yoğunluğuna bağlı olarak elektrik tüketimlerini otomatik olarak ayarlarlar. Ekranda beyaz oranı arttıkça elektrik tüketimi yükselir, siyah oranı arttıkça da elektrik tüketimi azalır.

Sponsorlar



10. Tepki süresi 0,001 (Led ve Lcd Tvlerden 1000-2000+ kat daha hızlı görüntü oluşturma). Bu nedenle hareketli görüntülerde asla bulanıklaşma olmaz. Bilgisayar oyunu meraklıları için en iyi seçim Plazma Tv’lerdir.

11. Parlaklık: 1.500 cd/m2. (Led ve Lcd Tv’lerde max. 500 cd/m2′dir. Hatta yeni nesil LED TV’lerde bu oran tasarruf için 400 cd/m2′ye düşürülmüştür) Üç kat daha fazla ışık gücü ve daha yüksek Hz (tarama hızı) olmasına rağmen, elektrik tüketimi yeni model LED TV’lerden %30 ila %80 daha fazladır.

12. LCD ve LED Tv’lere oranla daha az radyasyon yayarlar. (Kaynak milliyet.com.tr – Gazi Üniversitesi).

13. LCD ve LED Tv’lerdeki gibi ölü piksel oluşma riski hiç yoktur.

14. 42″ ve üzeri ekranlarda Plazmalar LCD ve LED Tv’lere oranla daha iyi görüntü vermektedir.

15. Plazma Tv’ler görüntüdeki siyah ve beyaz sahnelerin değişimine göre elektrik tüketimi yaparlar. Beyazın çok olduğu sahnelerde maksimum, siyahın çok olduğu sahnelerde minumum elektrik tüketirler. Test yapılan örnek bir sayfa http://forum.donanimhaber.com/m_37475227/tm.htm

Plazma Tv Taleplerinin Avrupa ve Amerikada Hızla Artdığını Gösteren Kaynak:

http://teknoloji.milliyet.com.tr/hani-plazma-tv-olmustu-/yeniurunler/haberdetay/08.02.2011/1349807/default.htm

Plazma Tv’lerin daha az radyasyon yaydığını açıklayan kaynak: (Gazi Üniversitesi – milliyet.com.tr)

http://ekonomi.milliyet.com.tr/radyasyondan-korunmak-icin-bunlari-yapin/ekonomi/ekonomidetay/28.03.2011/1370006/default.htm

Not: Plazma TV almaya karar verirseniz yeni teknoloji, 2010 yılı ve sonrasında üretilmiş modelleri almanızı tavsiye ederiz. Fiyatları Led Tv’lere oranla daha ucuzdur. Herhangi bir marka, en ucuz 2010 model ve üzeri Full HD Plazma Tv’ler bile, şu an ki en iyi 5.000-10.000 Dolarlık LCD veya LED Tv’lerden bile daha iyidir.

Son olarak elektrik tüketimine fazla önem vermemek gerekir. Bazı Plazma Tv’ler özellikleri nedeniyle LCD ve LED TV lerden 100 watt kadar fazla elektrik tüketebilir.

Örnek olarak: Bir Tv’nin 100 watt daha fazla elektrik tükettiğini ve günde 6 saat çalıştığını farz edersek.

100 x 6 =600 watt = 1 günlük tüketim.

600 x 30 = 18 Kv = 1 aylık tüketim.

K.D.V., kaçak kullanım bedeli ve çeşitli katkı payları dahil elektrik Kv birim fiyatı 0,27 Kuruş

18 x 0,27 = 4.86 TL. aylık fark.

12 x 4,86 = 58,32 TL. yıllık fark.

10 yıl kullanıldığında bize toplamda 583 TL bir fark oluşturuyor.

Plazma Tv’ler ile LED, LCD Tv arasındaki fiyat farkına baktığımızda elektrik tüketim farkının hiç önem teşkil etmediğini görürüz.

Yeni nesil Plazma Tv’lere örnek özellikler. (özelliklerin anlatımı için konulmuştur, herhangi bir marka Plazma Tv’de de aynı özellikler olabilir).

Not: 2010 yılı itibariyle Panasonic, Samsung ve LG firmaları Plazma Tv üretimine hız vermiştir.

Plazma TV’lerin Eksileri Nelerdir (-):

Yüksek ışıklı ortamlarda LED ve LCD Tv’ye oranla daha faha fazla parlama yapması. Ancak yeni teknoloji sayesinde. NeoPlazma ve benzeri özellikteki Tv’lerde ön kısımdaki cam panel kaldırılarak bu sorun tamamen giderilmiştir.

Eski model Plazma Tv’lerde Burn sorunu. Burn ekranda uzun süre hareketsiz, sabit duran bir rengin görüntü değişince bir süre ekranda gölge şeklinde görünmesidir. Ancak 2008 model ve üzeri Tv’lerde bu sorun ortadan kalkmıştır.

Eskiden LCD TV’yle arasında çözünürlük ve ağırlık farkı vardı. Ancak yeni teknojoliyle birlikte bu farklar tamamen Plazma Tv lehine dönmüştür.

- Bazı modeller LED Tv’lere oranla daha fazla elektrik tüketebilirler.

Not 1: 22″den daha büyük ekranlarda, ekran büyüdükçe görüntü kalitesi azalır. Nedeni Full HD görüntünün gerçek boyutu 22 inçlik ekran boyutlarında olmasıdır. Bu nedenle ekran büyüdükçe görüntü de tv tarafındandan büyütülür. Yani küçük bir resmi yakılaştırıp bakmaya benzer diyebiliriz. Aşağıdaki Tv izleme mesafelerine bakarak ekran boyutuna karar veriniz (Kaliteli bir görüntü almak için bu çok önemlidir).

Not 2: Bazı Tv markaları, mağazalada kendi Tvlerinin daha güzel görüntü göstermesi için özel görüntüler (DVD, BluRay) hazırlatmıştır, bunlara kanarak Tv almayın aksi halde evde izlerken hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.

20 Aralık 2011 Salı

3D Görüntü

İlk olarak “3D Görüntü” başlığı altında biraz konuşalım. Ardından 3D TV ve içeriklerinden söz edeceğiz. “3D Görüntü” oldukça köklü bir tarihe sahip. Yaklaşık 150 senelik bir geçmişinin olduğunu söyleyebiliriz. İşin biyolojik tarafı oldukça basit; gözlerimiz aynı hat üzerindeki iki farklı (benzer) görüntüyü kolaylıkla izleyebiliyor. Fakat iki gözümüz aynı yöne bakıyor ve aynı kompozisyonu görüyor olsa da, bu işlemi farklı açılardan gerçekleştiriyor. Aslında bunun optik bir hata olduğunu düşünebilirsiniz. Lakin bu geometrik fark ya da paralaks olarak adlandırılan hata, beynimiz tarafından derinlik olarak algılanıyor. Devamında da 3. boyut bilincimizde oluşturuluyor. İki gözümüzün olmasını ve gözlerimizin arasındaki boşluğun, nelere sebep olduğunu bu şekilde daha kolay anlayabilirsinizJ. Bu düşünceyle yola çıkarak icat edilen stereoscopy cihazları sayesinde, 3 boyutlu fotoğrafların ortaya çıkması sağlanmıştı. Yani ilk adım stereoscopy cihazlarıyla atıldı.



İki adet farklı (benzer) görüntü oluşturuluyor. Görüntüler aynı hat üzerinde olsalarda açıları farklı.



1914 üretimi Alman yapımı Stereoscopy kamera.

3D teknolojileri

3D ( üç boyut ) türlerinden de bahsedebiliriz. Kendi içerisindeki çeşitli teknolojileri barındıran bir kavram ile karşı karşıyayız. Buradaki bilgiler 3D TV’leri algılama şeklinize de destek olacaktır. Şu sıralarda satılan 3D TV’ler ile beraber uyumlu gözlüklerde kutu içeriğine dahil ediliyor. Yakın zamanda son kullanıcıyla tanışacak olan modellerde ise böyle bir gözlüğe ihtiyacınız olmayacak. Evet, biraz ilginç ve kafa karıştırıcı görünüyor. Bu teknoloji Autostereoscopy olarak adlandırılmış. Derinlik algılama ve işleme aşamaları ekran üzerinden gerçekleştiriliyor. Stereoscopy’de gözlük kullanmanız zorunluydu ve sağ / sol göz arasındaki perspektif farkıyla meydana gelen iki farklı (benzer) 2D görüntü birleştirilerek 3D görüntü meydana getiriliyordu. Autostereoscopy’de gözlük kullanmadan 3D oluşturulma işlemi iki farklı teknik ile gerçekleştiriliyor. Bu tekniklerin ana hedefi beyninizi aldatmaktan ibaret. “Paralaks bariyer” ve “Merceksi lens” olarak isimlendirilen bu farklı yöntemlerden, televizyon teknolojilerinin öncüsü olan Sharp’ın icadı “Paralaks bariyer” tekniğini açıklayalım. Bu tekniği Sharp firması 2000’li senelerin ilk zamanlarında yalnızca cep telefonlarında kullanıyordu. Tek ekranda iki gözün oluşturduğu farklı bakış açılarından yararlanarak eş zamanlı benzer görüntülerin oluşturulmasına dayalı bir tekniktir. Paralaks’a neden olan ise ekranın önündeki boşluklu bariyerlerdi. Bu bariyerler, her gözün farklı piksel topluluklarından etkilenmesine neden oluyor. Yani sağ ve sol gözümüzde ayrı ayrı perspektifler meydana geliyor.



Paralaks bariyer tekniğinde izlenen yolu görüyoruz. Gördüğünüz gibi ekrandaki pikseller dikey olarak iki farklı renge – gerçekte bunu ayırt edemiyoruz- ayrılıyor. Böylece iki gözümüze, farklı ışıklar gönderiliyor.

Autostereoscopy’de kullanılan diğer teknik “Merceksi Lens” olarak adlandırılıyor. Burada da gözlük kullanma ihtiyacı ortadan kalkıyor. Tekrar hatırlatalım; tek gözümüzle iki görüntü arasındaki derinliği ve mesafesi algılayabilmemiz mümkün değildi. Bu yöntemde yüksek kaliteli mercekler kullanılıyor. Yine sol ve sağ göze farklı görüntüler gönderiliyor. İnce katman üzerine yerleştirilen merceksi veya silindirik lensler, televizyon ekranına dahil ediliyor. İzleyici ekrana bakarken, görüntü bu lensler tarafından büyütülüyor. Mercekli lenslerden baskı ortamlarında da yararlanılıyor. Baskının ardından oluşan görüntüye farklı açılardan bakıldığında bir hareket hissiyle beraber, derinlik göze çarpıyor. Bu tekniğin performansını ekranda kullanılan lens sayısıyla beraber, piksellerin yenilenme hızı da etkiliyor. Yani 3D TV’ler için “Hertz” kavramının önem kazandığını söyleyebiliriz.



Söz konusu tekniğin görsel eşliğindeki işleyişini inceleyebilirsiniz.

Nasıl izleniyor?

Güzel bir bölümdeyiz. Yukarıdaki satırlarda 3D görüntülemenin mantığını kavradığınızı düşünüyoruz. Özellikle gözlüksüz 3D üzerine biraz daha konuştuk. Şimdi harmanlayarak devam edeceğiz. 3D TV ürünlerinde daha çok gözlüklü modeller ile karşılaşıyoruz. Bu TV’ler polarize yapıdaki gözlükler ya da anaglif yapıdaki gözlükler ile izlenebiliyorlar. Ayrıca Active Shutter olarak adlandırılan gözlükleri de unutmayalım. Anaglif tekniğine aslında yabancı değiliz. 1990’ların sonu , 2000’lerin başında kırmızı – mavi ve kırmızı – yeşil gözlükler oldukça yaygındı. Hatta gazetelerle birlikte hediye edilirlerdi. Yalnız o dönemlerde, uzun süre ekrana odaklandığınızda baş ağrısı devreye giriyor ve seyir zevki diye bir şey kalmıyorduJ.



Çerçevesi modern görünen anaglif bir 3D gözlük. Anaglif tekniğinde sol göz de daima kırmızı filtre kullanılıyor.Bu gözlükler bir dönem kitaplarda da yaygın bir şekilde kullanılıyordu. Tabii biraz sıkıntılı olduklarını kabul etmeliyiz. Çünkü çizimleri doğal renkleriyle göremiyordunuz.

Anaglif gözlüklerin çalışma prensibinden biraz bahsedelim. Ardından polarize gözlükleri tanıyabiliriz. Anaglif gözlüklerin sol tarafında daima kırmızı filtre kullanılıyor. Sağ göz de ise genellikle mavi ve yeşil filtreler tercih ediliyor. Avrupada yaygın olarak kırmızı – yeşil kombinasyonu kullanılırken; Amerika’da kırmızı – mavi kombinasyonu tercih ediliyor. Renk zenginliği açısından kırmızı – mavi filtreli gözlükler öneriliyor. Bu renklerin amacı, iki farklı (benzer) görüntünün bağımsız olarak sol ve sağ gözümüzde gösterilmesidir. Yani sol gözümüzün algıladığını, sağ gözümüz algılayamıyor. İzlenen görüntülerde buna uygun şekilde hazırlanıyorlar. Bu gözlüklerin olumsuz yanı görüntülerin renk ve berraklık kaybına uğramasıdır. Polarize gözlükler biraz daha modern zamanlara aitler. Görüntüler polarize camlar tarafından filtre ediliyor. Sol taraf dikey ışık dalgalarına odaklanırken, sağ taraf sadece yatay ışık dalgalarına odaklanıyor. Sinema salonlarında da tercih edilen 3D görüntüleme gözlükleri olarak aklınızda kalabilir. Rahatsız edici bir tarafları yok. Uzun süreli kullanımlar için idealler. Bununla beraber renklerdeki doygunluk ve kontrast performanslarının da başarılı olduğunu söyleyebiliriz.





Polarize 3D gözlüklerin camları anaglif yapıda değiller. Işık geçirgenlikleri daha farklı.

Active Shutter gözlüklerin sıvı kristal ve yardımcı polarizasyon filtrelerden yararlanan bir yapısı var. Yani Anaglif ve Polarize gibi pasif değiller. 3D gözlükleri arasında popüler bir yer edinmeyi başardı. Gözlükler pille çalışıyor. Tabii gözlüğü ağırlaştırıyorlar ama kısa sürede alışıyorsunuz. Yalnız düşük pil durumlarında gözlüğün çalışma performansı aksayabiliyor. Aklınızda bulunsun. Genellikle radyo sinyali üzerinden iletişim kuruyorlar. Eğer düşük yenileme hızına sahip bir ekranı izliyorsanız, gözlük rahatsız edebiliyor. En az 120 Hertz bir TV öneriyoruz (3D’ye hazır TV’lerde “3D Ready TV” uyarısını görebilirsiniz). Böylece sol ve sağ gözünüze gönderilen iki ayrı görüntü 60 Hertz / 60 Hertz olarak ayrılacaktır. Zaten 3D TV’leri 200 ve 240 Hertz olarak bulabilmek mümkün hale geldi. Active Shutter gözlükler, görüş açısı tarafında da geniş bir kullanım alanı sunuyorlar.



Ekran kartı üreticisi NVIDIA’nın bir süre önce hazırladığı Active Shutter tipindeki 3D gözlüğü. Sony, Samsung ve Panasonic gibi üreticilerinde Active Shutter gözlükleri bulunuyor.

3D Televizyon

3D TV’lerde özellikle dikkat etmeniz ayrıntılar var. İlk aşamada “Hertz” değerini inceleyin. 3D içeriklerinin gösterimine hazır bir ekranın, pikselleri 120 Hertz hızında yenilemesi uygundur. Örneğin; evlerinizdeki LCD / LED monitörlerin büyük bir bölümü 60 Hertz ile çalışıyor. Fakat 3D işleminde iki gözünüzde ayrı görüntülerden sorumlu olacakları için, o monitörün 120 Hertz olarak çalışması gerekiyor. Active Shutter bölümünde de bahsetmiştik. Size önerimiz, en az 200 / 240 Hertz hızında çalışan bir paneli tercih etmeniz gerektiğidir. Eğer her gözünüzde 120 Hertz hızında görüntü tazelenmesi gerçekleşirse, daha yumuşak bir seyir süreci yaşayacağınızdan emin olabilirsiniz. 3D TV’ler ile beraber Blu Ray oynatıcısı kullanmanızda uygun olacaktır. “Blu ray 3D” filmler ortaya çıkmaya başladılar. 2010 ve özellikle 2011 senesinde oldukça fazla sayı da 3D filmler ile karşılaşacaksınız. Ayrıca eski standartlardaki HDMI kablolarınızdan da kurtulun. 3D standartları çerçevesinde HDMI 1.4 sürüm kablolardan yararlanmalısınız. Bazı 3D TV’ler 2D görüntüleri yazılımsal olarak 3D’ye çevirebiliyor. Fakat bu işlemin sonucunda, doğal 3D içeriklerde karşılaştığınız kaliteyi beklememeniz doğru olacaktır. Ülkemizde henüz 3D yayın yapan bir kanal yok. Fakat HD yayın zamanında yaşanan yavaşlık, HD üzerine 3D’nin eklenmesi ile beraber hızlanacaktır. Yabancı kanallarda bu yöndeki ilk adımlar atıldı. Dünyaca ünlü belgesel kanalı Discovery Channel, 3D yayınlara başladı. Spor yayıncılarından ESPN ve SKY Sports kanaları da aynı şekilde 3D yayınlara başladı. Brezilya, Güney Kore, Avustralya / Yeni Zelenda’da belirli zaman dilimlerinde 3D yayınlar yapılıyor. Türksat 3D kanalı da birkaç ay önce test yayınlarını başlatmıştı.

16 Aralık 2011 Cuma

MEKATRONİK NEDİR?

Mekatronik, teknolojik ürün ve tasarımda makine, elektrik-elektronik ve bilgisayar mühendisliklerinin kaynaşmasını ifade eden disiplinlerarası bir mühendislik felsefesidir. 1969 yılında Japonya?dan yola çıkmış, kısa zamanda bütün dünyada çok önemli bir yer edinmiş olan mekatronik, mühendislik tasarımı ve eğitimini derinden etkilemiştir. Üretimde mekatronik tasarım ilkelerine yer veren ülkeler, teknolojide son otuz yılda önemli yenilik ve başarılara imza atmışlardır. Mekatroniğin tasarım ve üretimdeki bu kritik rolünün görülmesi üzerine, bugün gelişmiş ülkelerde mekatronik eğitimine devlet-üniversite-endüstri işbirliği içerisinde, giderek daha fazla ağırlık verilmektedir. Türkiye?de, gecikmeli de olsa giderek yaygınlık kazanan mekatroniğin, Türk meslekî ve teknik eğitim sistemine yeni bir anlayış getirmesi beklenmektedir. Mekatronik ürün yelpazesinin giderek genişlemesi, mekatroniğin gelecekte de öncelikli bir mühendislik alanı olacağını göstermektedir.

Çağımızın yeni ve popüler bilimi olarak kabul edilen mekatronik, makine, elektrik?elektronik ve bilgisayar mühendisliğinin evliliğinden doğan; yazılım ve kontrol mühendisliği konularını da aynı çatı altında toplayan disiplinlerarası bir kavramdır. Akıllı makineler tasarlamak üzere, tasarım ile süreç ve ürün imalatında, makina mühendisliğinin, elektronik ve bilgisayar ile sıkı kaynaşması olarak da ifade edilebilen mekatroniğin kapsamı, mekanik tasarım ve analiz, robotik sistemler, görüntü işleme, kontrol mühendisliği, yapay sinir ağları ve yapay zeka ile sanal gerçeklik olarak sıralanabilir (İlken, 2002).
Erten?e (2003a) göre, mekatronik; çok disiplinli ve disiplinlerarası konuları kapsayan bir mühendislik felsefesi ve mühendislik uygulamalarına tümleşik bir yaklaşımdır. Çetinel (2003), otomasyonun gelişmesiyle öne çıkan ve mühendisliğin yeni adresi olarak gösterdiği mekatroniği, mühendislik branşlarının birbirleriyle sinerjik kaynaşması olarak tanımlamaktadır. Başka bir tanımlamaya göre ise mekatronik; mikro elektroniğin, makine mühendisliğine uygulanması veya mekanik ve elektroniği, bilgi teknolojisi ile işlevsel olarak birleştirip özümsenmesini sağlayan bir yaklaşımdır (Çeltekligil, 2003).
Bu tanımlardan hareketle mekatronik; başta makine olmak üzere, elektrik-elektronik ve bilgisayar bilim dallarını, teknolojik talep ve sorunlara çözüm getirmek üzere, müşteri istekleri doğrultusunda, bir bütünlük içinde algılayan ve aynı potada eriten yeni bir interdisipliner mühendislik felsefesi olarak tanımlanabilir. Bu yeni mühendislik felsefesinde, çeşitli bilimlerin koalisyonu ve sinerjik kaynaştırılması söz konusudur. Mekatronik ile ilgili tanımlarda, mekatroniğin aslında bir kesişim mühendisliği olduğu ve büyük oranda robotikten oluştuğuna sıkça vurgu yapılmaktadır.

Mekatronik Kavramı
Mekatronik kavramı, ilk kez 1969 yılında Japonya?nın Yaskawa Elektrik fiirketi?nde görevli bir mühendis tarafından elektrik motorlarının bilgisayarla kontrolünün sağlanması için kullanılmıştır. Mekatronik sözcüğü, ?mekanik? ve ?elektronik? kelimelerinin uygun bir şekilde parçalanması ve bu parçaların birleştirilmesi ile elde edilmiştir. Mekatronik sözcüğü, mekanizmanın ?meka?sı ile elektronik sözcüğünün ?tronik? kısımlarının birleştirilmesinden oluşmuştur (MMOB, 2003). Böylece bir Japon icadı olarak buradan yola çıkan mekatronik kavramı, yıllar içerisinde ilerleyerek tüm dünyaya yayılmış ve günümüzün mühendislik literatürüne, üzerinde en çok konuşulan bir kavram olarak yerleşmiştir.

Mekatronik Mühendisliği Nedir?
Mekatronik, ağırlıklı olarak tasarım ile ilgili bir kavram olarak ele alındığından, doğal olarak ilgili tanımlamalarda, mühendislik boyutunun özellikle ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Bunun için öncelikle mühendislik ve mekatronik mühendisliği kavramlarının açıklanmasında yarar vardır.
Mühendislik, genel olarak, kuramsal doğruluğu kanıtlanmış kavramların uygulamaya aktarılmasındaki güçlükleri ve sorunları aşma etkinliği olarak tanımlanır. Mekatronik mühendisliği ise kısaca, mühendislik ilkeleri içinde, makina, elektrik/elektronik mühendisliği ve bilgisayar teknolojisinin eş amaçlı tümleşik bir yapıda gerçekleştirilmesi ve uygulanması olarak tanımlanabilir. Mekatronik Mühendisliği, makina, elektrik-elektronik mühendisliği ve yazılım teknolojisinin, bir ürün içinde entegre olması, bütünleşmesini kapsayan bir mühendislik dalıdır. Bu üç mühendislik konusunun bir ürün üzerinde bütünleşmesi, mekatronik mühendisliğinin temel ilkesidir. Bu ilke, eğitimin ve tasarımın başlangıcından itibaren, bu mühendislik dallarının bir arada bulunmasını gerektirmektedir. Klasik makina ya da elektrik mühendisliği eğitimini görmüş bir kişinin mekatronik ürünler üretmesi beklenmemelidir. Bunun için kişinin makine, elektrik-elektronik ve bilgisayar mühendisliğinin ilgili konularının, bir eğitim sistemi içinde öğütülmesinden oluşmuş mekatronik mühendisliği eğitimi almış olması gerekir (Erten, 2003a).
Başka bir tanıma göre ise mekatronik mühendisliği, makine ve elektrik mühendisliği gibi iki yerleşik mühendislik dalı ile bilgisayar ve özellikle yazılım mühendisliğinin kaynaştırılmasına dayanan yeni bir mühendislik tasarımı yaklaşımıdır (Kocaeli, 2003).
Bu tanımlardan hareketle, mekatronik mühendisliğinin; makine, elektrik-elektronik ve bilgisayar gibi mühendislik alanlarının ilgili konularının, bununla ilgili eğitimin başından başlayarak sinerji oluşturacak biçimde bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış ve son derece hızlı gelişen bir mühendislik disiplini olduğu söylenebilir.

Mekatronik Mühendisi Kimdir ?
Mekatronik mühendisi, ilgili disiplinlerde uzmanlık kazanan, tüm tasarımı ve her düzeyde tasarım sürecini denetleyebilen, yönlendirebilen ve katkıda bulunan kişidir. Mekatronik mühendisi, ilgili disiplinlerdeki uzmanlarla iletişim kurabilen, bu uzmanlık konularındaki bilgilere erişebilen, bu bilgileri yorumlayabilen ve bu bilgileri ekonomik, yenilikçi, ve müşteriyi üst düzeyde tatmin eden bir ürüne dönüştürmek amacı ile kullanabilen uzmandır (Erten, 2003a).
Mekatronik mühendisi, müşterinin istekleri doğrultusunda çeşitli mühendislik alanlarındaki bilgi ve birikimi, ürüne dönüştürmek üzere tasarım süreci içerisinde kaynaştırabilme yeteneğine sahip takım lideridir. Bu özellikleri dolayısıyla mekatronik mühendisleri öncelikle, farklı mühendislik alanlarından oluşmuş mühendislik takımı üyeleriyle çok iyi iletişim yeteneğine sahip olmalı ve teknolojik tasarım sürecini çok iyi bilmelidir. Dolayısıyla mekatronik mühendisi, karşılaştığı teknolojik sorunları, disiplinlerarası boşluğu doldurmak üzere, ilgili alanlardaki uzmanlarla iletişim kurarak, çağdaş teknolojinin de desteğiyle çözebilen kişidir. Ancak, mekatronik mühendisinden tek başına endüstrinin bütün teknolojik tasarım ve üretim sorunlarını çözecek bir ?Süpermen? olması beklenmemelidir. Mekatronik mühendisliğini öne çıkaran husus, günümüzün karmaşık ve sürekli değişen mühendislik tasarım ve üretim sorunlarının, ancak bir takım çalışması ile çözülebileceğinin bütün kesimlerce anlaşılmış olmasıdır. Bu bakımdan, mekatronik mühendisinin endüstrideki diğer mühendislerin de işini üstlenecek bir konumda görülmesi doğru değildir. Mekatronik mühendisi için, endüstriyel tasarım sürecinde bir araya gelmiş bulunan farklı alanlardan mühendislerin zekâ ve yeteneklerinin koordinasyonunu sağlayan bir takım lideri tanımı daha doğrudur.

Mekatroniğe Neden İhtiyaç Vardır?
Dünyada özellikle 1980?li yıllardan sonra, endüstriyel ürünlerin tasarım ve üretiminde köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Gelişen ve değişen dünya pazarları ve teknoloji düzeyi sonucu, endüstriyel ürünlerin nitelik ve işlevlerinde de önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Hızla gelişen teknoloji ve sürekli değişen pazar koşulları, daha ekonomik ve kaliteli ürünler isterken, müşteri beklentileri ise daha esnek ve çok işlevli ürünler yönünde gelişmiştir. Müşterilerin hızla değişen istekleri ve yoğun rekabet sonucu, ürün ömürleri çok kısalmıştır. Böylesine çetin koşullar karşısında alışılmış tasarım ve imalat teknolojileri yetersiz kalmış, bu ihtiyacı gidermek üzere yeni kavram ve yöntemler doğmuştur. Bunlardan birisi de mekatronik kavramıdır. Mekatronik kavramlar, özellikle tasarım felsefesini ve mühendislik eğitimini etkilemiş, endüstriyel teknoloji üretimi ve mühendislik eğitiminde temel değişikliklere neden olmuştur. Robotik teknolojilerin her alanda yaygın şekilde kullanıldığı günümüzde mekatronik, teknolojinin bir gereği ve hatta zorunluluğudur (Erten, 2003a).
Nitekim, mekatroniği tasarım ve üretimde etkili kullanan ülkeler, endüstriyel ve sosyal yaşamda önemli değişim ve ilerlemeler sağlamışlardır. Bunun en çarpıcı örneği, Japonya?dır. Başarılı mekatronik uygulamalarının ürün/süreç gelişiminde kullanıldığı Japon ürünleri, son otuz yılda bütün dünyada önemli bir yer kazanmıştır. Bu bağlamda Çin de, mekatroniğin ekonomik gelişmedeki rolünü görmüş ve 1987?den beri bu konuya giderek artan oranda ağırlık vermeye başlamıştır. Bu iki devin yanında, diğer bölge ülkeleri de, ekonomilerini gelecek yüzyılda belirli bir trende oturtmak için mekatroniğe giderek daha fazla ağırlık vermektedirler (Tan ve diğerleri, 1998).
Mekatronik ile ilgili gelişmeler Asya ülkeleri ile sınırlı olmayıp, bunun yanında, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin de, devlet-üniversite-endüstri iş birliği şeklinde nitelendirilebilecek Japonya örneğinden hareketle, son yıllarda mekatroniğe giderek daha fazla ağırlık verdikleri bilinmektedir.
Türkiye?nin, uluslararası rekabette ayakta kalabilmesi ve 21. yüzyılda hak ettiği yeri alabilmesi, bir bakıma, dünya ölçeğinde endüstriyel tasarım ve üretim yapmasına bağlıdır. Bunun sağlanabilmesi için ise Türkiye?nin, devlet-üniversite-endüstri iş birliği çerçevesinde mekatroniğe gereken önemi vermesi kaçınılmazdır. Hatta mekatroniğin; Türkiye?de akademik ve endüstriyel çevrelerde yayılıp gelişmesi için konu ulusal bir bilim politikası çerçevesinde ele alınmalı; gerekirse bu alan öncelikli ve ayrıcalıklı ilan edilerek her kesim tarafından desteklenmelidir.

Mekatroniğin İlgi ve Uygulama Alanları
Çağın mühendislik teknolojisi olarak nitelendirilen mekatronik, modern yaşamda sağladığı büyük kolaylıklardan dolayı, son yıllarda bütün dünyada çok geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Nitekim, bugün günlük yaşamda kullanılan sıradan araç-gereçlerden, uzay teknolojisine kadar çok geniş bir yelpazede, mekatronik ürün pazarı gittikçe genişlemektedir.
Bir ürün veya makinenin, mekatronik olarak nitelendirilebilmesi için bu ürünün mekanik işlevsellik ile tümleşik algoritmik denetimi beraberce içeren, algılayabilen, akıl yürüten, karar verebilen ve bu karar doğrultusunda hareket edebilen bir ürün veya sistem olması gerekir. Mekatronik ürünler, kendilerine tanımlanan çevreyi gözlemlemekte, çevredeki değişimleri algılamakta, ve algıladığı bilgileri yorumlayarak gerekli motor sistemler yardımı ile çevresini değiştirebilmektedir. Kısaca akıllı makineler olarak isimlendirilebilen bu ürünlerde yer alan yazılımlarda, genellikle yapay zekâ teknikleri kullanılmaktadır (Çeltekligil, 2003).
Mühendislik tasarımı, sistem dinamiği ve akıllı kontrol, hassasiyet mühendisliği ve tasarım, üretim süreçlerinin gözlemlenmesi-modellenmesi ve kontrolü, hareketli robot sistemleri, kuvvet elektroniği, mikro sistem tasarımı ve uygulamaları, endüstriyel kontrol tasarımı, algılayıcılar ve tahrik ediciler ile robotik sistemler, görüntü işleme, kontrol mühendisliği, yapay sinir ağları ve yapay zekâ ve sanal gerçeklik gibi alanlar, mekatronik mühendisliğinin ilgi alanlarından başlıcalarıdır (Sabancı, 2003; İlken, 2002).
Üretim mühendisliği, mikro sistemler, endüstriyel otomasyon, robotlar, mikro robotlar, akıllı silah ve silah sistemleri ile otomotiv endüstrisi ise mekatronik mühendisliğinin önde gelen uygulama alanları olarak sıralanabilir. Bu uygulama alanlarından günlük hayatımızda yer etmiş bazı örnekler ise şöyle sıralanabilir: Taşıtlarda hava yastığı güvenlik sistemleri, ABS fren sistemleri, uzaktan kumandalı kapı kilitleri, sürüş ve seyir denetimi, motor ve güç sistemleri denetimi, yolcu güvenlik sistemleri, NC, CNC, AC vb. tezgahlar ve otomatik üretim tezgahları, tıpta kullanılan başta MR ve ultrasonik tıbbî cihazlar, fotoğraf makinaları, video kameraları, video, CD ve DVD göstericileri, CD kayıt ve benzeri kişisel kullanım amaçlı elektronik cihazlar, endüstride kaynak robotları, fabrika içi kendinden yönlenmeli araçlar (AGV), uzay araştırmalarında kullanılan robotlar, askerî amaçlı mayın imha robotları, bomba taşıyıcıları ve benzeri gezer robotlar, hava taşıt sistemleri, garaj kapısı otomatik açma sistemleri, güvenlik sistemleri, iklimlendirme denetim sistemleri vb. ev ve büro uygulamaları, çamaşır, bulaşık makinaları vb. ev uygulamaları, çeşitli el takımları, el ve otomatik kumandalı hidrolik frenler ve benzeri malzeme taşıma ve inşaat makinaları ile video oyunları ve sanal gerçeklik uygulamalarında gerçek girdi denetim sistemleri, ev robotları, güvenlik sistemleri ile tarım, bankacılık, madencilik gibi daha birçok alanda kullanılan otomasyon teknolojileri gibi bu şekilde çok geniş bir uygulama alanına sahip olan mekatronik, gelecekte de bilim ve mühendisliğin vazgeçilmez en önemli yapı taşlarından biri olacaktır (EMO, 2003; ASME, 1997).
Mekatronik ilgi ve uygulama alanları dışında, öğretimi yapılan bir disiplin olarak ele alındığında ilgilendiği akademik konular şöyle sıralanabilir:
a) Makine Mühendisliği: Tasarım ve üretim, sistem dinamiği,
b) Kontrol Mühendisliği: Kontrol sistem tasarımı, gerçek zamanlı sistemler,
c) Elektrik-Elektronik Mühendisliği: Eyleyiciler ve sensörler,
d) Bilgisayar Mühendisliği : Algoritma uygulaması ve kodlama ile yapay zekâ ve iletişim (Erten, 2003a).

Türkiye?de Mekatronik Eğitimi
Mekatronik, Türkiye gündemine 1993 yılında girmiş olmasına rağmen, bu konudaki gelişmeler oldukça yavaş bir seyir izlemiştir. Mekatroniğin akademik ve endüstriyel çevrelerde yaygınlık kazanması 2000?li yılların başında mümkün olabilmiştir. Bu tarihten sonra, Türkiye?de bugün mekatronik, sınırlı kapasite ile de olsa, lise düzeyinden, üniversite lisansüstü düzeye kadar hemen her kademede eğitimi yapılan bir disiplin haline gelmiştir.

Lise Düzeyinde Mekatronik Eğitimi
Lise düzeyinde mekatronik eğitimi şimdilik, MEB?e bağlı Anadolu Teknik Lisesi Endüstriyel Otomasyon Teknolojileri-Elektronik Bölümü 11. sınıfta uygulamalı dersler kategorisinde, haftada altı saat zorunlu olarak ?Mekatronik Atölyesi? ismiyle sürdürülmektedir. Bu uygulama 2002 yılından beri devam etmektedir (MEB, 2003). Buna ek olarak MEB?in mekatronik konusunda çalışmalar başlatmış olduğu ve bu çerçevede kısa zamanda meslek liseleri bünyesinde mekatronik bölümü açmayı planladığı da bilinmektedir.
Başarılı bir üniversite eğitimi için başarılı bir lise eğitiminin gerekli olduğu bilinmektedir. Bu bakımdan, üniversite düzeyinde başarılı bir mekatronik eğitiminin sağlanabilmesi için bu konuda ön eğitim almış, hazır bulunuşluk düzeyi yüksek öğrenci kaynağı sağlamak üzere, mekatronik eğitiminin lise düzeyinden başlatılmasında yarar vardır. Nitekim ABD?de mekatronik eğitimi, üniversite ve endüstri desteği ile lise düzeyinde başlatılmaktadır (Hırschfeld ve diğerleri, 1993).

Ön Lisans Düzeyinde Mekatronik Eğitimi
Türkiye?de ön lisans düzeyinde mekatronik eğitimi, 1990?lı yılların sonuna doğru başlamıştır. 2003-2004 öğretim yılı itibarıyla Türkiye?de sekiz Meslek Yüksek Okulunda (MYO) ön lisans düzeyinde mekatronik programı mevcuttur. Bu programlar ve bağlı oldukları üniversiteler şunlardır: Gaziantep Üniversitesi Gaziantep MYO, Kocaeli Üniversitesi Gebze MYO, Sakarya Üniversitesi Sakarya MYO, Tekirdağ Üniversitesi Tekirdağ MYO, Gazi Osman Paşa Üniversitesi Turhal MYO, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Zile MYO, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Çan MYO, Balıkesir Üniversitesi Edremit MYO. Ancak, gerekli alt yapı ve akademik kadro eksikliği gibi nedenlerle, bunlardan şimdilik sadece ilk dört programda örgün; Sakarya Üniversitesi Adapazarı MYO?da ise, internet destekli uzaktan eğitim modeliyle mekatronik eğitimi devam etmektedir (ÖSYM, 2003; YÖK, 2003).
Mekatronik eğitiminin devam ettiği bu ön lisans okullarının, Türk imalât sanayinin geliştiği bölgelerde bulunması, nitelikli bir mekatronik eğitimi için gerekli olan okul-sanayi iş birliğinin sağlanabilmesi bakımından memnun edici bir durumdur. Ancak, örgün ön lisans düzeyindeki mekatronik programlarına yılda ortalama 150 dolayında, Sakarya Üniversitesi Adapazarı MYO internet destekli yaygın mekatronik programına ise 300 öğrenci kabul edilmesi (ÖSYM, 2003; Sakarya, 2003), bu konudaki talebi karşılamaktan uzaktır. Türkiye?deki ön lisans okullarının yıllık 100 bini aşan öğrenci kapasitesi göz önüne alındığında, örgün ve yaygın ön lisans mekatronik programlarının öğrenci kapasitesinin oldukça düşük olduğu söylenebilir. Oysa ki Türkiye?de, önlisans düzeyde mekatronik eğitimi almış teknik işgücüne daha fazla talep vardır. Çünkü, Türk imalat endüstrisinin %99.6?sı Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmelerden (KOBİ) oluşmakta ve imalat alanındaki toplam istihdamın %56.3?ünü de, bu işletmeler sağlamaktadır (Savaşır, 1999). Bu işletmeler, Ar-Ge çalışmaları ve tasarım yapacak ekonomik güçten yoksun olduklarından, bunun yerine, hazır patent ve lisans almaya dayalı üretim yapmaktadırlar. Dolayısıyla, bu işletmelerde, tasarımcı mühendisten çok, uygulama ve üretim becerisi yüksek teknikere ihtiyaç duyulmaktadır. KOBİ? lerin mekatronik ön lisans düzeyinde eğitim almış tekniker ihtiyacının karşılanması için, ön lisans mekatronik programlarının yaygınlaştırılması büyük önem taşır.

Lisans Düzeyinde Mekatronik Eğitimi
Türkiye?de, bugün mühendislik lisansı düzeyinde dört, öğretmenlik lisansı düzeyinde bir üniversitede mekatronik eğitimi verilmektedir. Lisans düzeyinde mekatronik eğitimi, ODTÜ?de makine mühendisliğinin bir yan dalı olarak, Sabancı, Atılım ve Kocaeli Üniversitelerinde ise Mekatronik Mühendisliği biçiminde sürdürülmektedir. Bu üniversitelerde sürdürülen mühendislik lisans öğretimine ilave olarak, lisansüstü düzeyde mekatronik eğitimi ve araştırmaları, ODTÜ, Boğaziçi, Sabancı, Atılım, Selçuk ve İstanbul Teknik Üniversiteleri başta olmak üzere, birçok üniversite ve araştırma merkezinde sürdürülmektedir. Diğer üniversitelerimizin de özellikle son yıllarda mekatroniğe daha fazla ilgi gösterdikleri ve programlarında seçmeli ders olarak veya mekatronik ile ilgili mezuniyet projelerine yer verdikleri gözlenmektedir.
Türkiye?de dünya örneklerinden farklı olarak, lisans düzeyinde mekatronik mühendisliği eğitimi yanında yine lisans düzeyinde mekatronik öğretmenliği eğitimi de mevcuttur. Bunun ilk ve tek örneği Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi (TEF) bünyesinde açılan Mekatronik Eğitimi Bölümüdür. Bu bölümün mekatronik programı, hem endüstriye uzman mekatronik iş gücü yetiştirme ve hem de meslekî ve teknik orta öğretime mekatronik öğretmeni yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede hazırlanmış öğretim programında, mekatronik mühendisliği dersleri ile pedagoji dersleri birlikte yer almaktadır. Bu yapısıyla Marmara TEF Mekatronik Eğitimi Bölümü, Türkiye?ye özgü bir mekatronik lisans modeli olarak dikkat çekmektedir.
Türkiye?de mekatronik eğitimi, çağdaş dünyadan oldukça geç başlamış ve bu konudaki gelişmeler yavaş bir seyir izlemiştir. Ancak 2000?li yıllarda yaygınlık kazanan mekatronik eğitimi, bugün lise düzeyinden üniversitenin her kademesine sürdürülmektedir. Fakat, her düzeydeki mekatronik programı, başta öğrenci kapasitesi, öğretim programlarının teorik ağırlıklı yapısı ile öğretim elemanı teminindeki güçlükler ve gerekli alt yapıdaki eksiklikler gibi önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Bunlara ilave olarak, devlet ve özel sektörün mekatronik eğitimine yeterince destek vermemesi ile mekatronik eğitiminde devlet-üniversite-endüstri işbirliğinin yeterince sağlanamamış olması da Türkiye?deki mekatronik eğitiminin önemli sorunlarındadır. Bu sorunlar, mekatroniğin Türkiye?de yerleşip, yaygınlaşmasının önündeki en önemli engellerdir. Ancak, Türkiye?nin AB?ye yakınlaşmasına ve giderek daha fazla dışa açılmasına paralel olarak, endüstrinin her düzeyde mekatronik iş gücüne olan talebe bağlı olarak, gelecekte Türkiye?de, mekatronik eğitiminin her düzeyde hızla yaygınlık kazanacağı söylenebilir.

Mekatroniğin Geleceği
İlk kez 1960?ların sonunda Japonya?da ortaya çıkan mekatronik, bütün dünyada hızla yayılmış günümüzde de akademik ve endüstriyel çevrelerde çok önemli bir yer edinmiştir. Bugün mühendislik tasarım, üretim ve eğitim sürecini derinden etkilemiş olan mekatroniğe bütün dünyada büyük ilgi vardır. 21. yüzyılın karmaşık teknolojik sorunlarının ancak, disiplinler arası bir yaklaşım içinde algılanabilip, yorumlanabileceği gerçeği ile gittikçe genişleyen mekatronik ürün pazarı, mekatroniğin bugün olduğu gibi gelecekte de kritik bir mühendislik alanı olacağını göstermektedir.
Mekatronik; ilgi ve uygulama alanları ile eğitim sistemi gibi noktalar bakımından başlangıçtan günümüze önemli değişimler geçirmiştir. Benzer şekilde mekatroniğin önümüzdeki yıllarda, geleceğin bilim dalları ve meslekleriyle ilgili olarak önemli değişimler yaşayacağı beklenmektedir.
Mikro-mekatronik, nano-mekatronik, opto-mekatronik, internet tabanlı mekatronik, akıllı/aptal-mekatronik, eğlence amaçlı mekatronik, eğitim amaçlı mekatronik, tıbbî mekatronik ve askerî mekatronik gibi alanlar, mekatroniğin gelecekteki ilgi alanları olarak tahmin edilmektedir (Erten; 2003b).

Sonuç
1960?lı yılların sonunda Japonya?da ortaya çıkan ve çağdaş dünyanın gündemine 1980?li yıllarda giren mekatronik, Türkiye gündemine 1993 yılında girmiştir. Disiplinler arası bir mühendislik felsefesi olarak mekatronik, teknoloji tasarım, üretim ve eğitimini derinden etkilemiştir. Bu misyonu ile mekatroniğin, ülkemizde de geleneksel kitle eğitim modeli üzerine kurulmuş ve dar meslekî disiplinlere sıkıştırılmış meslekî ve teknik eğitim sistemimize ilâve bir dinamizm kazandırması beklenebilir. Bu bağlamda, Türkiye?nin teknolojik tasarım ve üretimde uluslararası rekabet şansının, önemli oranda mekatronikte göstereceği başarıya bağlı olduğu söylenebilir. Bunun için de, mekatronik eğitiminin her kademede yaygınlık kazanması önem taşır. Ancak başarılı bir mekatronik eğitimi için öncelikle geleneksel mesleklerde dar disiplinlere sıkıştırılmış Türk meslekî ve teknik eğitim sisteminin, okula dayalı ve teorik ağırlıklı yapısının değiştirilmesi gerekir. Bunun yerine, çağdaş ve yeni meslek alanlarında ve ilgili meslek alanları arasında ilişki ve geçişe olanak tanıyan disiplinler arası bir yaklaşımla, okul-endüstri işbirliğini esas alan bir meslekî ve teknik eğitim sistemi oluşturulmalıdır. Bunu tamamlayıcısı olarak meslekî ve teknik eğitim sisteminin, lise düzeyinden üniversiteye kadar bütüncül bir yaklaşımla, birbirinin başlangıcı ve devamı şeklinde ele alınması da önemlidir. Bundan başka, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye?de de, mekatroniğin öncelikli ve kritik alan olarak ilan edilmesi ve bu eğitimin devlet-üniversite-endüstri işbirliği ile sürdürülmesi de büyük önem arz eder.
Türkiye?de hemen her düzeyde sürdürülen mekatronik eğitimi, başta sınırlı kapasite, öğretim programlarının niteliği, öğretim elemanı ve gerekli alt yapı eksikliği gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunlar, mekatroniğin Türkiye?de gelişip yaygınlaşması ile bu sektörde kısa vadeli insan kaynağı problemine neden olmaktadır. Ancak önemli bir diğer bir problem de, şu anda imalat sektöründe çalışan iş gücünün, mekatronikte yetiştirilmesi sorunudur. Bunun için, imalat sektöründe çalışan her düzeydeki teknik elemanın mekatronik tasarım ve üretim alanında iş başında eğitimi sağlanmalıdır.
Türkiye?nin 21. yüzyılda her bakımdan hak ettiği yeri alabilmesi ancak, dünya ölçeğinde teknolojik eğitim, tasarım ve üretim yapması ile olanaklıdır. Bunun sağlanması ise, büyük oranda, çağın bilimi olan mekatronik eğitim, tasarım ve üretimde gösterilecek başarıya bağlıdır. Türkiye, meslekî ve teknik eğitim sistemi ile teknolojik tasarım ve üretimine mekatronik bir boyut kazandırabilir; genç ve ucuz iş gücü avantajını da iyi kullanabilirse, gelecekte bölgenin ve AB?nin üretim üssü olabilir. Bunun için her şeyden önce başarılı bir mekatronik eğitimi, kritik öneme sahiptir. Türkiye?de her düzeyde mekatronik eğitiminin yaygınlık kazanabilmesi ve başarılı olabilmesi için, devlet-üniversite-endüstri kesimleri bir araya gelerek birlikte, eğitim programlarını hazırlamalı, atölye ve laboratuvarları oluşturmalı, eğiticileri eğitmeli ve bu konudaki eğitim standartlarını belirlemelidir.

Meslek Lisesi Okumanın Avantajları

Meslek Lisesi Okumanın Avantajları
1. Anadolu teknik lisesi, teknik lise, Anadolu meslek lisesi, endüstri meslek lisesi ve kız meslek lisesi ile mesleki ve teknik eğitim merkezleri ve çok programlı liselerin bu okullarda uygulanan bölümlerinden mezun olanlar, 3795 sayılı Kanuna göre TEKNİSYEN unvanı ile istihdam edilirler.

2. Anadolu teknik lisesi ve Anadolu meslek lisesi mezunları, yabancı dille eğitim görmenin avantajlarına sahip olurlar.

3. Meslekî ve teknik orta öğretim kurumlarından mezun olanlar, yükseköğretim kurumlarına girebilmek için Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavına (ÖSS) katılma hakkına sahiptirler. Meslekî ve teknik orta öğretim kurumları mezunları ayrıca, 4702 sayılı Kanun ile 2547 sayılı Kanunun 45’inci maddesinde yapılan değişiklik gereğince sınavsız olarak alanlarındaki meslek yüksekokulu programlarına girebilmektedirler.

4. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı sonunda, Yükseköğretim Kurulunca belirlenen alanlarının devamı niteliğindeki yüksek öğretim programlarını tercih etmeleri durumunda, ÖSS-Yerleştirme puanları hesaplanırken, ağırlıklı orta öğretim başarı puanları 0.8 katsayısı ile çarpılmak suretiyle ÖSS puanlarına eklenmekte, ayrıca, ağırlıklı orta öğretim başarı puanları 0.24 katsayısı ile çarpılarak elde edilen rakam kadar ek puan verilmektedir.

5.Yüksek öğretime devam etmeyenlerin iş bulmaları ve mesleklerinde ilerlemeleri daha kolay olmaktadır.

6. Kamu kurum ve kuruluşlarında branşlarında görev alan mezunları, genel lise mezunlarına göre bir üste derece ile başlarlar,

7. Öğretim süresi dört yıl olan meslekî ve teknik orta öğretim kurumlarını bitirenlere 3308 sayılı kanuna göre Ustalık Belgesinin yetki ve sorumluluklarına sahip İŞ YERİ AÇMA BELGESİ verilir.

8. Meslekî ve teknik öğretim yapan okullarda eğitim görenler okul ve işyerlerinde iş eğitimi almış olmaları sebebiyle mesleğe yatkın olurlar ve meslek değiştirmek istemeleri halinde yeni mesleğe çok kısa zamanda intibak edebilirler.

9. Eğitimleri süresince iş hayatını yakından tanıyacaklarından kendi işyerlerini kurup çalıştırabilirler.



İşletmelerde Meslek Eğitimi Gören Öğrenciler:

1. İşletmelerde meslek eğitimi süresince yaşlarına uygun asgari ücretin %30’undan az olmamak üzere ücret alırlar.

2. İşletmenin sağladığı diğer sosyal imkânlardan faydalanırlar.

3. Hastalık, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı sigorta edilirler.

4. Eğitimleri, süresince muayene ve tedavi masrafları Sosyal Sigortalar Kurumunca karşılanır,

5. Okul atölyelerin de bulunmayan eğitim aracı, makine ve teçhizatı işletmelerde görüp kullanma imkânına sahip olurlar.

6. Meslekî bilgi ve becerilerini işyerlerinde gerçek iş şartlarında geliştirirler. Öğrencilerin kendilerine olan güveni artar.

7. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu yeni iş alanlarına uygun programlarla, daha çok uygulama yaparak eğitilirler.
Alıntı ile Cevapla

15 Aralık 2011 Perşembe

TÜRKİYE-SURİYE SAVAŞININ OLMAMASINI TEMENNİ EDERİM..EĞERKİ BU SAVAŞ OLURSA BU SAVAŞIN TEK GALİPLERİ "İSRAİL","ABD" VE DİĞER AVRUPA ÜLKELERİ OLACAKTIR..(M.ÖZER)

İşlemci alacaksanız ve Intel'in Core i5 ve Core i7 işlemciler arasındaki farklara bide bir göz atalım..


intelIntel'in işlemci çeşidi çok olduğu için bazı tüketiciler seçimde zorluk yaşayabiliyor. Bu işlemciler gerçekte ne sunuyor ve hangisini seçeceğinizi nasıl bileceksiniz? İşte bu makalemizde Intel'in marka ve model bolluğu içerisinde kararınızı kolaylaştıracak farklara değiniyoruz.

Core i5 ve Core i7 arasındaki seçimde sadece iki seçenek yok. Farklı soket tipleri söz konusu. Özellikle soket seçimi büyük bir mesele, anakart tercihini ve sistemin geri kalan özeliklerini belirleyici rol oynuyor.

Meselenin özünde elbette fiyat farkının önemi yatıyor. Core i7 ve Core i5 işlemciler arasında ve soket tercihleri arasında, anakartın fiyatı arasında kocaman bir uçurum var.

Teoride Core i5 orta sınıf bir işlemci, Core i7 ise Intel'in amiral gemisi. Core i7 işlemciler o kadar güçlü ki, AMD'nin bu modele rakip bir işlemcisi ortada yok denebilir.

İşi karıştıran şey Core i5 işlemcilerin sadece 2 çekirdekli değil, 4 çekirdekli ve son derece üst düzey performans sunan modellerinin de olması.

Core i5 işlemciler 2 ya da 4 çekirdekli olarak LGA 1156 soket kullanıyor. Core i7 işlemcilere bakacak olursak 4 ve 6 çekirdek seçeneklerinin yanında LGA 1156 ve LGA 1366 soket seçenekleri olduğunu görüyoruz.

Sistem upgrade'i yapacaksanız mevcut soket tipine bakmanız gerekiyor. Mevcut soket zaten seçimi sizin için yapacaktır. Eğer yeni bir sistem topluyorsanız, soket seçimi yaparken ileride planladığınız işlemciler için durup bir düşünmelisiniz.

Core i5 işlemciler 600 ve 700 seileri olarak ikiye ayrılıyorlar. Çit çekirdekli modeller 600 serisi oluyor ve Intel Clarkdale çekirdek mimarisine sahipler. Sanal olarak çekirdek sayısını ikiye katlayan HyperThreading teknolojisi bu modellerde açık geliyor.

İşlemci kod isminin son iki hanesi saat hızını ifade ediyor. Core i5 650 modeli 3.2 GHz çift çekirdekli bir model. Core i5 680 ise 3.8GHz saat hızına sahip ve yine çift çekirdeğe sahip.

700 serisi Core i5'ler ise Lynnfield çekirdek mimarisine sahip, 4 çekirdekli işlemcilerden oluşuyor. Bu seride HyperThreading kapalı geliyor. HT sahibi 600 serisindeki çekirdek sayısı sanal olarak 4'e ulaşsa da elbette fiziksel çekirdek sayısının fazla olması çok daha fazla güç sunuyor.

700 serisinde 2.66GHz'lik Core i5 750 ve 2.8GHz'lik Core i5 760 modelleri bulunuyor.

700 Serisindeki ekstra çekirdek sayısını görenler fiyatların daha pahalı olmasını bekliyor ama durun! Durum bunun tam tersi, 700 serisi, 600 serisinden daha ucuz.

Entegre grafik çipine sahip olan bu işlemciler ekran kartı ihtiyacını tamamen ortadan kaldırmaya yetmeseler de, grafik ihtiyaçları yüksek olmayan bir sistemde ekonomik bir çözüm sunabiliyorlar.

Clarkdale mimarisine sahip işlemcilerdeki entegre grafik çipinden yararlanabilmek için bunu destekleyen bir anakarta ihtiyacınız olduğunu unutmayın.

İyi bir ekran kartı alacaksanız daha ucuz ve fiziksel çekirdek sayısı olarak avantajlı olan 700 serisini yeğlemelisiniz.

Core i7 işlemcilere bakacak olursak, 800 serisi ile Core i5'in 700 serisi arasında büyük benzerlik olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte HyperThreading son derece önemli bir fark oluşturuyor. Core i7 870 model işemci 2.93 GHz hızında 8 thread çalıştırabiliyor.

Serinin en tepesinde ise Core i7 900 model işlemcileri görüyoruz. Bu seri işlemcilerin hepsi LGA 1366 soket kullanıyor. Bu elbette daha fazla performans demek ama DDR3 RAM kullanmayı gerektirdiği için sistemin fiyatı da artıyor.

Core i7 işlemciler 4 ya da 6 çekirdekli olabiliyor. 930, 940, 950 ve 960 modelleri 4 çekirdekli; 970 ve 980X modelleri ise 6 çekirdekli.

Fiyat oalarak bakacak olursak da büyük farklılık olduğunu görüyoruz. 2.8GHz 4 çekirdekli 930 modeli tam bir fiyat-performans canavarı. Serinin uç noktasında performans gerçekten katlanıyor; ne yazık ki fiyat da katlanıyor.

Peki K ve X ne anlama geliyor? Core i7 980X ve yeni Core i7 875K modelleri özel, overclock tutkunlarına hitap eden modeller. Çarpan ve hız farkı büyük ve iyi bir soğutma ile uç noktalarda performans elde etmek mümkün.

14 Aralık 2011 Çarşamba

ANAKART SEÇİMİNDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

1.))))İşlemci ,bellekve diğer kartların takıldığı anakart bütün bu parçaların iletişimini ve uyumunu sağladığı için önemlidir. Anakart satın alırken dikkat edilmesi gereken noktalardan biri anakart'ın özellikleridir. Bu özelliklere örnek olarak ilk akla gelen ana kartın yapıtaşlarından olan Chipset ve BIOS'dur. Bir bilgisayarın dışından ilk bakıldığında göze çarpan BIOS'dur. Çünkü elektrik verildiği anda devreye giren ve çoğu anakartta "Delete" tuşuna basılarak sistem ayarlarının yapıldığı bölümdür. Chipset ise iki bölümden oluşmaktadır. Disket sürücü , sabit disk ve bağlantı noktaları ile veri iletişimini sağlayan bölüm ve işlemci ile önbellek , bellek ve kartlar arasındaki uyumluluğu sağlayan bölümdür.
Anakart satın alırken dikkat edilmesi gereken çok önemli bir unsur da kullanım kitapçığıdır. Kullanım kılavuzu olmadan , voltaj ayarları ve saat hızları bilinmeden yapılan işlemci takmak gibi işlemler sisteme zarar vermektedir. Kullanım kitapçığı sadece yeni bir bilgisayar alırken değil ,ileride işlemci değişimi sırasında da önemli bir rol oynamaktadır. Yeni alınacak işlemcinin mevcut olan anakarta takılıp takılamayacağı kullanım kılavuzu sayeside belli olabilir. Örneğin bilgisayarının işlemcisini yükseltmek isteyen biri MMX teknolojisine sahip bir işlemci almak istediğinde anakartının 2.8 volt verip veremediğini veya 200 ve üzeri işlemci alındığında buna karşılık gelen saat hızları ve çarpanlarını karşılayıp karşılamadığını bilmek zorundadır. Aksi halde işlemci yükseltiminde ayrıca anakart almak zorunda kalacaktır.
Yeni bir anakart alındığında yanında kullanım kılavuzu , IDE kabloları , disket sürücü kablosu , bağlantı noktaları ( COM PORTLARI ) kabloları , yazıcı bağlantı kablosu gelmelidir. Bu tür bağlantı kabloları anakart yanında gelmez ise sabit disk, CD sürücü ,disket sürücü, mouse ve yazıcı gibi cihazların bağlanması mümkün değildir. Yeni anakartlarda test sırasında karşılaşılan bir sorun anakart ile mouse arasındaki bağlantıyı sağlamak üzere anakartın yanında gelen kablodan farklı bir kablo kullanıldığında her anakartta doğru dürüst çalışmadığıdır. Dolayısıyla anakartın yanında gelen COM bağlantı kablosu oldukça önemlidir. Bu kabloların anakart üzerinde takıldığı yerlerin ise plastik muhafazalı olması kablonun takılırken rahat girmesini sağlamaktadır. Bu plastik Kılıf her anakartta bulunmaktadır ve bunun olmaması kablonun zor takılmasına yol açmaktadır. Bilgisayar kasasının içerisine kablo takılırken bölgenin dar olması ve çoğu zaman kasa üzerine eğilmesinin yarattığı gölge , kablonun takılacağı noktada girişin bozulmasına yol açabilmektedir.
Yeni çıkan işlemciler ve Chipsetlerin değişmesi ile beraber anakatların elektrik soketleri de değişmektedir. Çoğu 82430 TX Chipleri anakartların AT yada AT ve ATX uyumlu soket ile beraber gelmesine rağmen , bazı anakartlarda sadece ATX uyumlu soket bulunmaktadır. Sadece ATX uyumlu sokete sahip bir anakart bilgisayar kasasının güç kaynağının ATX uyumlu olmasını gerektirmektedir ve bu çoğunlukla yeni bir kasa alınmasını gerektirmektedir. ATX uyumlu anakartlar ' oturumu kapat ' komutu verildiğinde düğmeye basılmasını gerektirmeden kapanabilmektedir. Bu tip anakartlar mandallı düğme yerine ' reset ' düğmesi gibi bir düğme ile açılabilmektedir, kısacası bilgisayar kasasını değiştirmek gerekmektedir.
Sistem yükseltilirken değiştirilen anakartın mevcut bellek işlemcilerini kabul edip etmediği de önemlidir. Eskiden 30 PIN'lik ram yuvaları vardı , 486'nın son zamanlarda ve pentium tabanlı işlemciler ile beraber anakartlarda daha uzun olan 72 PIN 'lık SIMM yuvalarını tanıdık. 486 işlemci takılabilen bazı anakartlarda bu tür yuvaların iki çeşidinden de mevcuttu. yeni çıkan anakatlarla beraber 168 PIN 'lık DIMM yuvalarını tanımaya başladık. Anakatların çoğunda bu iki tür yuvadan bulunmasına rağmen , bu yuvaların sayıları yine de önemlidir. Geçen bir iki sene içerisinde 32 Mb'lık bir sistem almışsanız ve artık hızı kaldırmadığı için işlemci ve anakart değişimine gidiyorsanız , muhtemelen bilgisayarınızda bulunan 4 tane 8 MB'lık RAM , alacağınız yeni anakarta uygulanabilir ! Çünkü almak istediğiniz anakartta 4 adet SIMM yuvası bulunmayabilir.
Anakart satın alırken : ASUS , ABİT , CHAINTECH, GIGABYTE , IWILL VE TYAN gibi büyük anakart üreticileri tercih edilmelidir. Bu üreticiler gerekli teknik desteği ve BIOS güncellemelerini internet sitelerinde kullanıcılarının hizmetine sunmaktadırlar.

Anakart, sisteminizin temelini oluşturan parça olduğundan kaliteli ve sistemin diğer parçaları ile uyumlu olması gerekir. Kısaca önemli noktalara değinirsek:

Anakartınızın işlemciye verebileceği güce bakın. Düşük güç tüketen bir işlemci aldınız ama performansından memnun değilsiniz. Aynı sokete sahip daha güçlü bir işlemci almak isteyebilirsiniz ama anakart desteklemzse işlemciyi kullanamazsınız.

2.)))) BIOS konusunda sürekli destek veren firmaları tercih edin. Yeni çıkan işlemci, hard disk vb parçaları ankartınızın şimdiki biosu desteklemese de firmanın çıkaracağı güncel biosla kullanmak istediğiniz bileşenleri kullanabilirsiniz.
Katı kapasitörler kullanılmalıdır. Katı kapasitörler elektrolit kapasitörlere göre 10 kat daha uzun ömürlüdür ve daha düşük ısıda çalışırlar. Şişme ve akma ihtimalleri yoktur. Bazı üreticiler katı kapasitör yerine Hi-C kapasitör kullanıyor ancak fiyatı şu an yüksek.
Anakartınızın soğutmasına dikkat edin çünkü en çok ısınan parçalardan biridir, çünkü hem kendi ısınır hem de takılan parçaların ısısı anakarta geçer.Günümüzde artık yonga setleri eksisi kadar ısınmıyor olsa da güney ve kuzey köprülerinde soğutma olan anakartları tercih edin.Kuzey köprüsü işlemci, bellek ve ekran kartı trafiğini yönettiği için epey ısınır. Kalan USB portları, SATA, ses yongası ve diğer bütün bağlantılardan da güney köprüsü sorumludur. Eğer var olan anakartınızın kuzey veya güney köprüsündeki soğutma yetersiz ise buralara bir fan veya özel alüminyum soğutucular koyabilirsiniz
Mosfetler de işlemcinin yanında yer alan ve en çok ısınan bileşenlerden biridir. Kaliteli anakartlarda mosfetler genelde ısı boruları ile soğutulurlar. Isı boruları fan olmadan dahi soğuk ve sıcak havayı yer değiştirdiği için etkili bir soğutma sunar.
Anakartın performansını etkileyen en önemli etken kullanılan yonga setidir. Örnek olarak şuan piyasada bulunan intel işlemcili performanslı bir sistem kurmak istiyorsanız P veya Z serisi bir yonga tercih etmeliniz, çünkü bu yongalar işlemci overclock etmenizi sağlarken son çıkan teknolojilerin çoğuna destek verir.
Overclock etmeyi düşünüyorsanız satın alacağınız anakartın BIOS””””unda ayrı bir OC menüsü olmalıdır. Tamamen katı kapasitörler olması önemli ve profesyonel hızaşırtma için voltaj ölçüm noktaları olmalıdır.

13 Aralık 2011 Salı

AMOLED Ekranların Güç Tüketimi Gerçekten Düşük mü?


AMOLED ekranlı cep telefonlarının güç tüketimi konusunda LCD ekranlardan çok daha başarılı olduğu konusunda teknoloji çevrelerinde yaygın bir kanaat vardır. Ancak, bilimsel verilere dayanılarak tarafsız bir gözle bakıdığında bu iddianın bir noktaya kadar doğru olduğunu görüyoruz. Aksine, kabaca bir yaklaşımla AMOLED ekranların her zaman LCD ekranlardan daha az güç tükettiğini söylemek eksik ve hatalı bir yaklaşım olacaktır.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur. LCD ekranlar görüntüyü oluştururken ek olarak LED arka ışık kullanırlar. Dolayısıyla ekran renginden (beyaz patern veya siyah patern) bağımsız olarak sürekli açık bir arka ışık vardır. Bu arka ışık LCD ekranın çalışması boyunca yaklaşık sabit bir güç tüketmesine neden olur.

AMOLED ekranlarda ise durum tamamen farklıdır. AMOLED ekranlar, LCD rakipleri gibi arka ışığa ihtiyaç duymazlar. Zira hep bir piksel kendi ışığını kendi yayar. Bu yüzdendir ki AMOLED ekranlar LCD' rakiplerine oranla çok daha incedirler. Dolayısıyla AMOLED ekranlarda siyah bir piksel “ışk yok” anlamına gelir ve kesinlikle güç harcamaz. Bu nedenledir ki ekranda siyah görüntü ve desenler arttıkça AMOLED ekranların güç tüketimi büyük ölçüde düşer. Çoğunluğu siyah desenlerden oluşan bir görüntüyü görüntülemek için AMOLED ekranlar LCD rakiplerinin tükettiğinin sadece %20-30’u kadar enerji harcayabilmektedir ve bu önemli bir güç tasarrufu demektir.

Ancak ekrandaki beyaz desenler arttıkça AMOLED ekranlar için durum değişir. Öyle ki tamamen beyaz paternden oluşan bir görüntüyü ekrana vermek için AMOLED ekranlar LCD rakİplerinin tükettiğinin %330’u (yani 3 katından bile fazla) enerji harcarlar. Bu da örneğin beyaz arka plana sahip ve siyah karakterli metinden oluşan web sayfalarını görüntülerken AMOLED ekranların LCD’den muhtemelen daha fazla enerji tüketeceği anlamına gelir.